ŞAFİİ el-UMM

USÜL

 

HABER-İ VAHİD

 

İmam Şafiı (Allah rahmet etsin) dedi ki; biri bana şöyle dedi: İlim ehline karşı huccet teşkil edecek en az şeyin ne olduğunu benim için belirle ki, ona göre haber-i velhidin sıhhati de anlaşılsın.

Ona şöyle dedim: Haber-i velhid: Hz. Peygamber (s.a.v)'e ulaşacak şekilde yahut bir ravide nihayet bulacak şekilde tek kişinin tek kişiden rivayet ettiği hadistir.

 

Haber-i velhidin huccet olması için onda bir kısım şartların toplanması gerekir: Haber-i velhidi rivayet eden kimsenin; dininde güvenilir, hadisinde doğru olmakla tanınmış, rivayet ettiği şeyi iyice kavramış olması, lafzı bakımından hadisin manasını değiştirecek olan hususları bilen yahut hadisi işittiği gibi harfi harfine rivayet eden ve manaya göre hadis rivayet etmeyen biri olması gerekmektedir. Çünkü hadisin manasını saptıracak olan hususları bilmediği halde, haber-i velhidi manaya göre rivayet ederse, belki helali harama çevirir. Haber-i velhidi harfi harfine rivayet ettiği zaman, hadisi saptırmasından korkulacak bir husus kalmaz. Hadisi ezberinden rivayet ediyorsa tam olarak hıfzeden, yazılı metinlerden rivayet ediyorsa, kitabına sahip olan biri olması şarttır.

 

Hadis ehliyle bir hadiste iştirak halindeyse kendisi de onların hadisine muvafıktır. Karşılaştığı kimseden işitmediği şeyleri rivayet eden ve Hz. Peygamber (s.a.v)'den güvenilir ravilerce yapılan rivayetlere muhalif şeyler nakleden bir müdellis olmamalıdır.

İşte birinden haber-i vahidi rivayet eden kimsenin üstündeki ravilerin de sened bakımından böyle olmaları gerekir. Böylece hadisin isnadı geriye doğru ya Hz. Peygamber (s.a.v)'e ulaşır ya da bir ravide nihayet bulur.  Çünkü bu yolla da ravilerden her biri, kendisinden hadisi alan şahsı doğrulamış olur. Hadisin senedinde yer alan her ravinin bu anlattığım niteliklerden yoksun olması düşünülemez.

Dedi ki: Sen, bana bu hususu öyle açıkla ki meseleyi daha iyi anlamış olayım; çünkü bu konuyla ilgili bilgim ve hadis hakkında anlattığın şeylerle ilgili bilgim azdır.

 

Ona şöyle dedim: Bunu kıyas etmen için haber vermemi mi istiyorsun? "Evet" dedi.

Şöyle dedim: Hadis, kendi başına bir asılolup başkasına kıyas yapılmaz; çünkü kıyas, asıldan daha zayıftır.

Dedi ki: Hadisi başkasına kıyas yapmanı istemiyorum; fakat hakkında genel bir bilgiye sahip olduğumuz şahitliğe benzeterek anlatır mısın?

Ona şöyle dedim: Hadis, bazı hususlarda şahitliğe benzemez, bazı bakımlardan da ona benzer.

Dedi ki: Nerelerde şahitliğe benzemez?

Şöyle dedim: Hadiste bir erkek ve bir kadını tek başlarına kabul ederim; fakat şahitlikte ise bunlardan birini tek başına kabul etmem. Hadiste, "Banafalan,falandan rivayet etti." sözünü kabul ederim; eğer bunu söyleyen müdellis bir kişi değilse! Şahitlikte ise ancak "işittim," "gördüm" veya "beni şahit etti" gibi sözleri kabul ederim.

 

Hadisler arasında ihtilaf olabilir. O zaman ben, Kitap, sünnet, icma ve kıyas ile delil getirerek ihtilaflı hadislerden birini tercih ederim. Şahitlikte böyle yapılmaz; yani şahitlik konusunda istidlal yoluyla bir tercihte bulunulmaz. Sonra onların hepsi beşerdir, şahitlik edebilirler. Ben herkesin hadisini kabul etmem; çünkü hadiste bazı lafızların değiştirilmesiyle manaların saptırılma ihtimali vardır.

 

Buna rağmen hadisin, -anlattıklarımın dışında- pek çok hususta şahitlik meselesiyle arasında benzerlikler de vardır.

 

İmam Şafij (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: O, şöyle dedi: Senin "Ancak güvenilir, ezberi iyi ve hadisin manasını saptıracak olan şeyleri bilen bir ravinin hadisini kabul ederim." sözüne ben de katılınm. Şahitlik konusunda niçin aynı şeyi söylemiyorsun?

 

Şöyle dedim: Hadisin manasını saptırmak, şahitliğin manasını saptırmaktan daha kapalı bir durum olduğu içindir ki şahitlikten daha çok hadiste ihtiyatlı davranıyorum.

Dedi ki: Bu husus söylediğin gibidir. Yalnız, kendisinden hadis rivayet edilen kişi güvenilir bir kimse olduğunda; onun, güvenilir olduğunu senin bilmediğin birinden hadis rivayet ettiği zaman, o güvenilir kimseyi iyi zanda bulunarak kabul edeceğin yerde, ona karşı çıkmanı uygun görmüyorum. Çünkü sen, tanımasan bile güvenilir bir kimseden rivayet eden birini terk etmemen gerekir değil mi?

 

İmam Şafij (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona şöyle dedim: Bir kimsenin bir kimsede alacağı var diye şahitlik yapan iki şahidin ifadesine tanıklık eden adil, bilgili dört kişiyi ele alalım. Bu dört kişi, sana o iki şahidin adil olduklarını söylemedikleri halde, sen onların ifadesine göre hüküm verir misin?

 

Dedi ki: Hayır, o iki şahidin adil olduklarını öğrenene kadar onların ifadesine dayanarak kesin bir karar vermem. Bu iki şahidin ifadesini dinleyen o dört kişi veya başkalan onların adil olduklarını söylerse ya da ben kendim bilirsem o zaman hüküm veririm.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona şöyle dedim: Niçin sen, bana hadisi kabul etmemi söylediğin esasa göre o iki şahidin ifadesini kabul etmiyorsun? O dört kişinin, ancak kendileri katında tamamen adilolan kimselerin ifadesine tanıklık edeceklerini söylüyorsun.

İmam Şafij (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine şöyle dedi: Onlar, bazen kendi katlarında adil olan kimselerin ifadesine şahitlik ediyorlar, bazen de tanıdıklan ve adilolup olmadığını bilmedikleri kimselerin ifadesine şahitlik ediyorlar. Böyle bir şey, onların şahitliklerinde mevcut olunca ben, onlar bir kimsenin adil olduğunu belirtmedikçe ya da onun adilolduğunu ve benim huzurumda başkasının adilolduğuna tanıklık eden kimsenin adilolduğunu kendim bilmedikçe biri hakkındaki şahitliklerini kabul edemem. Şahidin diğeri için adil dediği ve adilolduğunu benim bilmediğim birinin bir şahide adil demesi neticesinde de kabul etmem.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona şöyle dedim: Burada ileri sürdüğün huccet, doğru olduğunu bilmediğimiz sadık bir kişinin haberini kabul etmemen konusunda senin aleyhine bir delil teşkil eder. İnsanlar, adil olduğunu bildikleri tanıklarının ifadesine şahit olma konusunda, hadisinin sıhhatini bildikleri kimsenin rivayetini kabul etme hususuna gösterdikleri titizlikten daha fazla titizlik gösterirler.

 

Şöyle ki: Bir kimse, biriyle karşılaşır, onda iyilik belirtileri görür, bu yüzden ona iyi zan besler, hadisini kabul eder, durumunu bilmediği halde ondan nakilde bulunarak, "filan adam bana şöyle rivayet etti ... " der. Bunu da ya o hadisi güvenilir bir ravinin yanında bulmayı umar ve onu güvenilir birinden alınm diye iyi niyetle alır ya da onu benimsemediğini ve bu husustaki hayretini göstermek için veya hadis konusundaki gafletinden dolayı yapar. Ben, asla bir kimseyle karşılaştığımı bilmiyorum ki; o, hem güvenilir bir muhaddisten, hem de ona muhalif olan birinden hadis rivayet etmesin. Bu hususta üzerime düşeni yaptım. [Yani raviler, güvenilir kimselerden de, güvenilmeyen kimselerden de hadis rivayet ederler.]

Benim, bana hadis rivayet eden kimsenin doğruluğunu bilme konusunda bazı deliller aramam, sened bakımından onun bir üstündeki kişinin doğruluğunu bilme hususundaki delilleri aramamdan daha fazla gerekli değildir. Çünkü ben,karşılaştığım ravilerin hepsi hakkında da onun hakkında ihtiyaç duyduğum şeylere ihtiyaç duyuyorum. Onların hepsi, bir haberi, üstlerindeki kişilerden sahih olarak alıp sonraki kişilere aynen aktanyorlar.

O adam şöyle dedi: MüdeIlislik yaptığını bilmediğin kişilerin "filandan ... " diyerek rivayet ettiği hadisi nasıl kabul ediyorsun? Belki bu rivayette onun işitmediği bir şey de bulunabilir.

 

Ona şöyle dedim: Adil Müslümanlar, kendileriyle ilgili işlerde doğru ve dürüst kimselerdir. Kendileriyle ilgili halleri, başkalarıyla ilgili hall erden farklıdır. Ben, onları kendileriyle ilgili bir konuda adilolarak bildiğim zaman şahitliklerini kabul ederim. Başka birinin ifadesine şahitlik ettikleri zaman, o kişinin durumunu bilmedikçe, onların bu şahitliklerini kabul etmediğimi görmez misin? Benim onların adilolduklarını bilişim, ifadesine tanıklık ettikleri kişinin adilolmasını da bilmem anlamına gelmez. Kendileri hakkındaki bilgi ve haberlerle ilgili sözlerin doğru olduğunu kabul ederiz. Ancak, onların bu sözlerine muhalif bir fiillerini görürsek, fiillerinin üzerine düşen hususlara muhalif olduğunu göz önüne alarak, onlardan sakınır. Ne geçmişlerimizde, ne de yetiştiğimiz arkadaşlarımız arasında memleketimizde tedlis yapan kimseyi tanıyoruz. Böyleleri yeni çıkmıştır. Bir kimsenin böyle birinin rivayetini kabul edeceği yerde terk etmesi, onun için daha hayırlı olur.

 

Bir kimsenin "Ben falandan şöyle işittim; o da 'filandan şöyle işittim' diyor." ve "falan bana falan aracılığıyla şöyle rivayet etti." sözleri hadis ehli nezdinde eşittir. Onlardan biri, ancak karşılaştığı kimseden, o da önem verdiği kimseden işittiği hadisi bu yolla rivayet eder. Biz de "falan, bana filandan şöyle rivayet etti." ifadesini benimsedik.

 

Bir kimse, rivayetinde bir kere tedlis yapınca bize hatasını göstermiş olur. Söz konusu hata, eğer kişiye yalanla isnad edilmemişse, bu yüzden onun hadisini reddederiz. Doğrulukla ilgili bir nasihat sebebiyle meydana gelmiş değildir ki doğruluk konusundaki nasihat ehlinin sözlerini kabul ettiğimiz gibi onunkini de kabul edelim.

 

Şöyle dedik: Bir müdeHisin rivayet ettiği hadisi, bu konuda o, "Bana rivayet etti." veya "Ben işittim." demedikçe kabul etmeyiz.

Dedi ki: Görüyorum ki sen hadisini kabul etmediğin kimsenin şahitliğini kabul ediyorsun, değil mi?

Dedim ki: Ben, Müslümanlar katında hadisin önem ve yerinin büyük olmasından ve belli bir sebepten dolayı onu kabul ederim.

"O sebep nedir?" dedi.

Şöyle dedim: Hadisin bir lafzının terk edilmesi, onun manasını değiştirir ya da muhaddisin lafzından başka bir kelimeyle söylenirse, onu söyleyen hadisin anlamını değiştirmeyi amaçlamazsa bile, bu onun manasını değiştirir. Eğer hadisi nakleden kişi bu manayı bilmiyorsa, hadisi kavrayamamış demektir. Dolayısıyla eğer ravi, anlamadığı bir hadis naklediyorsa, biz onun rivayet ettiği bu hadisi kabul etmeyiz. Hadisi harfi harfine rivayet etmeyen ve manayı anlamadığı halde, hadisi manaya göre rivayet etmek isteyen kişiden biz, bu hadisi nasıl kabul edelim?

 

O şöyle dedi: Bu durumda söz konusu kişi, hadisi kabul edilmeyen adil biri mi oluyor?

Ona şöyle dedim: Evet, eğer kişi anlattığımız gibi, açık bir töhmet altında ise biz, onun hadisini reddederiz. Bazen kişi başkasına karşı adil olduğu halde kendisi ve bazı yakınları söz konusu olunca töhmet altında olabilir. Belki de onun için haksızlığa yol açacak bir şahitlik, bir uçurumdan yuvarlanınaktan daha ağır gelir. Fakat bir kere o töhmet altında kalınca şahitliği kabul edilmez. Hadisi harfi harfine rivayet etmeyen ve onun manalarını iyice kavramayan kişi hakkındaki töhmet ise herhangi bir durumdan dolayı töhmet altında kaldığı için birinin lehine yaptığı şahitliği reddedilen kimseye nisbetle daha açıktır.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Şahitler, hakkında şahitlik yaptıkları olaylar bakımından göz önüne alınırlar. Biz, şahitlerin, lehine şahitlik yaptıkları kimseye bir meyilleri olduğunu ve onu koruma gibi amaçları bulunduğunu anlar veya görürsek onların şahitliklerini kabul etmeyiz. Yine onlar, muğlak ve kavrayamayacakları bir konuda şahitlik ederlerse, bu tür şahitliklerini de kabul etmeyiz; çünkü onlar, şahitlik ettikleri şeyin manasını kavramaktan uzaktırlar.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Muhaddislerden, çok yandan ve yanında sahih bir kitabın aslı bulunmayan kimselerin hadisini de kabul etmeyiz; tıpkı şahitlikte çok yanılan kimselerin tanıklığını kabul etmediğimiz gibi ...

Hadisçilerin hepsi bir değildir. Onların içinde hadis ilmiyle; babası, amcası, yakın akrabası ve sadık raviden tahsil etme ve işitme, uzun süre hadis konusunu tartışan kimselerin sohbetine katılma gibi özellikleriyle meşhur olanlar vardır. İşte bu mertebede olanlar, hadis hıfzı bakımından önde gelen kimselerdir. Hadis hıfzı bakımından geride olan birisi, böyle önde gelen bir raviye muhalefet ederse, uygun olan, geride olanın hadisini terk edip önde gelen ravinin hadisini kabul etmektir.

 

Hadisçiler, bir raviden alınan hadiste ortak hareket ettikleri zaman, hıfzlarının hafız muhaddislerinin hıfzlarına uygun olup olmamasına bakılarak değerlendirmesi gerekir.

Rivayet farklılık gösterdiği zaman, hangisinin doğru hıfzedilmiş ve hangisinin yanlış hıfzedilmiş olduğu sonucuna bu şekilde varırız. Hıfzdaki yanlışlık ve diğer hususlar, bize ravinin sadakati, hıfzı ve yanılması gibi konularda yol gösterir. Biz bunları başka bir yerde açıkladık. Allah'tan muvaffakiyet dilerim.

 

O adam şöyle sordu: Senin, bir şahidin tek başına şahitliğine müsaade etmediğin halde, haber-i vahidi kabul konusundaki delilin nedir? Onu çoğu kez şahitliğe kıyas yaparken ve bazen de haber-i vahidle şahitliği birbirinden ayırırken delilin nedir?

Ona şöyle dedim: Sen, bitirdiğini sandığım konuyu tekrar ediyorsun.

Ben, onu şahitliğe kıyas etmedim. Sen, benden hadisten daha iyi bildiğin bir şeyle misal vererek, onu anlatmamı istedin. Ben de sana şahitliği misal göstererek onu anlattım, yoksa haber-i vahidi şahitliğe kıyas ederek delil getirmiş değilim. Haber-i vahidin deliloluşu, onu başka bir şeye kıyas yapmama ihtiyaç duymayacağım kadar kuvvetlidir, hatta o, kendi başına bir delildir.

Dedi ki: Öyleyse hadis, bir şeyde nasıl şehadet gibi oluyor, başka bir şeyde şehadetin bazı anlamlarından farklı oluyor?

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona şöyle dedim: O, -sana anlattığım gibi- bazı durumlarda şahitlikten ayrılır. Onu bazen şahitlik gibi görmem ve bazı durumlarda da böyle görmemem hususundaki delilim, -inşaallah- açıktır.

Dedi ki: Şahitliğin usulü birken bu nasılolur? İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:

Ona şöyle dedim: Bunun şahitliğin bazı hallerinde mi, yoksa bütünün-

de mi böyle olduğunu demek istiyorsun?

Dedi ki: Bütün hallerindedir.

Dedim ki: Zina konusunda, en az kaç şahit gerekir? "Dört" dedi.

Dedim ki: Dörtten bir eksik olurlarsa, onlara sopa cezası uygular mısın?

"Evet" dedi.

Dedim ki: Öldürme, dinden çıkma ve yol kesme suçlarından dolayı ölüm cezasıyla çarptırılacağını söylediğin bu suçların ispatı için kaç şahidi yeterli buluyorsun?

"İki şahidi." dedi.

Ona şöyle dedim: Mali konularda kaç şahit istiyorsun? "Bir erkek ve iki kadın." dedi.

Dedim ki: Kadınların özel halleriyle alakalı olarak kaç şahit kabul ediyorsun?

"Bir kadın" dedi.

Dedim ki: Şahitler, sayılarını iki erkeğe yahut bir erkek ve iki kadına tamamlayamazlarsa, eksik oldukları için zinaya şahitlik eden kimselere sopa vurduğun gibi onlara da sopa vurmazsın, değil mi?

"Evet (vurmam)" dedi.

Ona şöyle dedim: Bunların mahiyet itibarıyla aynı olduklarını kabul ediyor musun?

Dedi ki: Evet, kabul etmem bakımından onlar aynı mahiyettedir, sayıları bakımından ise farklıdır. Sopa cezasına ancak zinaya şahitlik edenler çarptırılır.

Ona şöyle dedim: Sana desem ki bu, haber-i vahidde de böyledir. Yani haber-i vahid, kabul etmem açısından şahitlikle müştereklik arz eder; ravi sayısı bakımından ise şahitlikten ayrılır. Bu, senin lehine mi yoksa aleyhine bir huccet midir? 

O dedi ki: Ben, ancak haber olma ve delil gösterme bakımından şahitlerin sayıları arasında farklılık olduğunu söyledim.

Dedim ki: Ben de aynı şekilde haber olma ve delil gösterme bakımından haber-i vahidi kabul etme hususunda böyle söyledim. Ve şöyle ilave ettim: Doğum konusunda kadınların şahitliğini yeterli görüyorsun da niçin para konusunda geçerli saymıyorsun?

"Öncekilere uymak suretiyle" dedi.

Dedim ki: Kur'an'da bir erkek ve iki kadından az şahit zikredilmedi, denilse ne söyleyeceksin?

O adam, "Ondan az olmasında bir sakınca yoktur; biz, Müslümanların caiz gördüğünü kabul ettik; bu şekilde kabul etmemiz de Kur'an'a aykırı bir husus da değildir." dedi.

Şöyle dedim: Biz de haber-i vahidi delilolarak kabul ederken, kadınların şahitliğini geçerli saymadan çok daha kuvvetli olan bir kısım şeylere dayanarak böyle söyledik.

Bunun üzerine o, "Haber ile şahitliği birbirinden ayınrken öncekilere uymaktan başka bir delil var mı?" diye sordu.

"Evet" dedim: İlim sahiplerinden birinin muhalif olduğunu bilmediğim bir şey var.

"O nedir?" dedi.

Dedim ki: Adil bir kimsenin şahitliği bazı konularda kabul, bazı konularda reddedilmiştir.

"Nerede reddedilmiştir?" dedi.

Şöyle dedim: Hangi yönden olursa olsun, kendisine, çocuğuna veya babasına bir menfaat sağlamaya ya da şehadetiyle onları haksız yere savunmaya yönelik bir davada ve bu konularda töhmet altında kalacağı hallerde şahitlik ettiği zamandır. Ayrıca şehadet konusunda şöyle bir durum vardır: Şahit, birinin aleyhine şahadet ederek, ya ona bir mesuliyet yükler ya da onun bir cezaya çarptınlmasını ister; bir kimsenin de lehine şahadet ederek, ya onun bir alacağının kendisine verilmesini ya da hasmının cezalandınlmasını sağlar. O bunu yaparken ne alacaklıdır, ne borç ve ceza konularında taraftır, ne de ortaya çıkmasına sebep olduğu durumdan utanç

duyar. Eğer hakkında tanıklık ettiği kimse, kendi oğlu ya da babası olursa, o, belki de taraf tutabilir. Ama hakkında şahitlik ettiği kimse böyle bir yakını değilse onun tanıklığı kabul edilir. Çünkü burada o, kendisi, oğlu, babası ve açıkça itham edilecek diğer birtakım kimseler hakkında olduğu gibi gözle görülür bir töhmetten uzaktır.

 

Muhaddis, bir şeyin haram veya helal kılındığını söyleyerek, ne kendisine, ne de başkasına mall bir menfaat kazandınr. Yahut ne kendisinden ne de başkasından mall bir zaran defediyor; ne insanlardan bir cezayı uzaklaştınyor, ne de onlara bir ceza verilmesini sağlıyor. Gerçekte kendisi ve o hadisi, Müslümanlardan kendisine rivayet eden şahıs ile eşittir. Hadis bir şeyi helal veya haram kılıyorsa, muhaddis de halkla beraber aynı sorumluğu taşımaktadır. Burada onun durumu değişmez. Onun durumu, Müslüman halk ve özel kişiler hakkındaki şahidin değişen durumu gibi değildir. Bazen töhmet altında tutularak haberi reddedilen, bazen de töhmet altında tutulmayıp haberi kabul edilen biri olsa da bu böyledir.

 

İnsanların öyle halleri vardır ki takvalan sebebiyle, başka hallerine nisbetle, bu durumlardaki haberleri daha doğru ve daha uygun, niyetleri daha sağlıklı, düşünceleri daha sürekli ve gafletleri daha az olur. Bunlar da hastalık ve yolculuk sebebiyle ölüm korkusu, ölümü hatırlama gibi gafletten uyancı diğer hallerdir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) dedi ki: Ona şöyle dedim: Müslümanlardan doğru sözlü olmayan biri bile bu hallerde ve bir haberde kendisine güvenildiğinde doğru söyler. 0, kendisinin bu husustaki haberine itimat edildiğini görünce, son derece doğru konuşur. Bunu, takvasından dolayı yapmıyorsa, kendisi için bir menfaat sağlamadığı ve kendisini bir şeye karşı savunmadığı bir haberde ona güvenilmesi dolayısıyla yapar. Sonra da yalan söyler veya bazen doğru olmak için titizlik göstermeyi bırakabilir. Halkta ve yalancı kişilerde muhaddisin hoşuna gidecek doğruyu söyledikleri bu gibi haller bulununca, takva sahibi ve bütün hallerinde dürüst olan kimselerin, titizlik göstermeleri gereken en önemli işte titizlik göstermeleri daha da tabiidir; çünkü onlar, kendilerine güven duyulan ve din için bayraklaştınlan ve her işte Allah'ın doğruluğu emrettiğini bilen kimselerdir.

 

Yine onlar biliyorlar ki helal ve haram konusundaki hadis, işlerin en yücesi ve töhmetten en çok uzak olanıdır. Hadis hakkında onlara, Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından öyle ikazlarda bulunulmuştur ki onun dışında hiçbir şey dolayısıyla böyle bir ikazda bulunulmamıştır. Mesela Hz. Peygamber (s.a.v)'e yalan isnad etmenin cezasının, cehennem ateşi olduğu bildirilmiştir.

 

Bize Abdülaziz b. Muhammeded-Deraverdi, Muhammed b.Aclan'dan, Abdulvahhab b. Buht'ten, Abdulvahid en-Nasri'den, Vasile b. Eska yoluyla Nebi (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti:

"İftiranın en büyüğü, bir kimsenin, söylemediğim bir şeyi bana isnad etmesi, bir kimsenin rüyasında görmediği şeyi gördüm demesi ve babasın;. dan başka birisinin çocuğu olduğunu söylemesidir." Tahric: Buhari, Menakib 6/624 no: 3509.

 

Bize Abdülaziz b. Muhammed ed-Deraverdi, Muhammed b. Amr b. Alkama'dan, Ebu Seleme'den, Ebu Hureyre yoluyla Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Söylemediğim bir şeyi bana isnad eden kimse, cehennemdeki yerine hazırlansın. " Tahric: Müslim, el-Mukaddime 1/10 no: 3.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin), bize şöyle haber verdi: Bize Yahya b. Süleym, Ubeydullah b. Ömer'den, Ebu Bekir b. Salim'den, Salim'den, o da İbn Ömer yoluyla Nebi (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Benim söylemediğim sözü bana yalan ile isnad eden kişiye cehennemde ev hazırlanır. " Tahric: Keşf el-Esrar, 1/114 no: 210; Müsned, Ebu Ya'la, 9/333 no: 5444.

 

Bize Amr b. Ebi Seleme, Abdülaziz b. Muhammed'den, Esid b. Esid yoluyla Esid'in annesinin şöyle dediğini haber verdi: Ebu Katade'ye şöyle dedim: "Ne oluyor ki sana, insanlar Hz. Peygamber (s.a.v)'den hadis rivayet ettikleri gibi sen niçin ondan hadis rivayet etmiyorsun?" Ebu Katade şöyle dedi: Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu duydum: "Bana kim yalan bir söz isnad ederse böğrü için cehennem ateşinden bir yatak arasın." Hz. Peygamber (s.a.v) bunu bir taraftan söylerken bir taraftan da elini yere sürüyordu. Tahric: İbn Mace, el-Mukaddime 1/14 no: 35.

 

Bize Süfyan, Muhammed b. Amr'dan, Ebü Seleme'den, Ebü Hureyre yoluyla Resuıullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "İsrail oğullarından rivayet edin, bunda bir mesuliyet yoktur. Benden de hadis rivayet edin; ancak bana yalan söz isnad etmeyin. " Tahric: Ebu Davud, ilim 4/69, 70 bab 11.

 

Muhammed b. İdris (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: İşte bu, Hz. Peygamber (s.a.v)' den bu konuda rivayet edilen hadislerin en şiddetlisidir. Biz de ancak güvenilir raviden gelen hadisi kabul etmemiz ve hadis rivayet eden kimsenin ilk raviden son raviye varana kadar doğru olmasını bilmemiz hususunda bunu ve diğer hadisleri dayanak kabul ettik.

Biri şöyle sorsa: Bu hadiste senin anlattığına delilolan nedir?

Ona şöyle deriz: Kesin olarak bilinmektedir ki Hz. Peygamber (s.a.v), kimseye, asla İsrailoğullarına ve başkalarına yalan isnad edilmesini emretmemiştir. O, İsrailoğullardan rivayet etmeyi serbest bırakırken, onlara isnad edilen asılsız şeylerin kabulüne müsaade etmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v), doğru ve yalancı olduğu bilinmeyen kimseler yoluyla İsrail oğullarından rivayetlerde bulunan kişilerin anlattıklarını kabul etmenin mubah olduğunu bildirmiştir. Ama yalancı olduğu bilinen kimselerden yapılan rivayetiere de müsaade etmemiştir.

Ondan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim, yalan olduğunu bildiği halde bir hadisi rivayet ederse, o da yalancılardan biridir. " Tahric: Müslim, el-Mukaddime 1/9 bab 1.

 

Yalancıdan bir şey rivayet eden kimse, yalandan uzak kalamaz. Çünkü yalancıdan rivayet ettiği hadiste onun yalancı olduğunu görür. Hadisin doğru veya yalan olduğu sonucu, çoğunlukla onu haber veren kimsenin doğru veya yalancı oluşuyla alakalıdır. Ancak hadisin özelolan pek azı bunun dışındadır. Bu tür hadiste doğru veya yalan olduğu sonucuna, muhaddisin benzeri mümkün olmayan bir şey rivayet etmesi veya muhalefet ettiği hadisin daha sahih ve doğru olduğunu gösteren pek çok delil bulunmasıyla buna ulaşılır.

Hz. Peygamber (s.a.v) kendisinden rivayet edilen hadis ile İsrail oğullarından yapılan rivayeti birbirinden ayırarak, "Benden de hadis rivayet edin; ancak bana yalan söz isnad etmeyin." buyurduğuna göre, inşallah kesin olarak bilinir ki Hz. Peygamber (s.a.v)'in onlar için yasakladığı yalan isnadı, gizli olan yalan isnadıdır. Bu da doğru olduğu bilinmeyen kimselerden hadis rivayeti şeklinde olur; çünkü yalan isnadı, her durumda yasaklanmıştır. Üstelik Hz. Peygamber (s.a.v)'e yalan isnad etmek kadar büyük iftira olamaz.

 

 

Haber-i Vôhidin Delil Oluşu

 

Bize Rebi', İmam Şafii'nin (Allah rahmet etsin) şöyle dediğini haber verdi: Biri bana, "Haber-i vflhidin delilolarak kabulü konusundaki hucceti, bir haber nassma veya bir haberin delaletine ya da icmasma dayanarak anlat." derse ona şöyle derim: Bize Süfyan b. Uyeyne, Abdulmelik b. Umeyr'den, Abdurrahman b. Abdullah b. Mes'ud ve babası yoluyla ResuIullah (s.a.v)'m şöyle buyurduğunu haber verdi: "Allah, benim sözümü işitip ezberleyen ve onu iyice aklında tutup rivayet eden bir kulun yüzünü n urlandırs ın. Bir bilgiyi nakleden bazı kişiler bilgin olmayabilir. Bir bilgiye sahip olan bazı kişiler de onu, kendilerinden daha bilgin olan kimselere nakledebilir. Üç şey vardır ki Müslümanın kalbi onlara karşı hıyanet etmez. Onlar da Allah için amelde ihllis, Müslümanlara nasihat ve Müslümanların cemaatinden ayrılmamakıır; çünkü İslam 'ın çağrısı, onları arkalarından (her taraflarından) kuşatır. " Tahric: Ebu Davud, ilim 4/68,-69 no: 3660; Tirmizi, ilim 5/34 no: 2658.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v)'in, kendi sözünü işitip ezberlemeyi ve onu rivayet etmeyi bir kişiye -bu kişi tektir- görevolarak vermesi gösteriyor ki, onun kendisinden hadis rivayet edilmesini emretmesi, ancak bu hadisin kendisine iletilen kimseye huccet olması içindir. Çünkü ondan yapılan rivayet ya bir şeyin helalolduğunu

bildirmektedir ya sakınılması gereken bir haram'ı ifade etmektedir ya uygulanacak bir cezayı içermektedir ya bir malın alınması veya verilmesiyle ilgilidir ya da din ve dünya işleri hakkında bir nasihati ihtiva etmektedir. Bu da gösteriyor ki bazen alim olmayan bir kimse, bir bilgiyi naklederken sadece onu ezberlemiş olur ve o konuda bilgi sahibi olmayabilir.

Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Müslümanların cemaatinden ayrılmamayı emretmesi, -inşaallah- Müslümanların icmasının gerekli olmasını gösteren bir huccettir.

 

Bize Süfyan şöyle haber verdi: Ubeydullah b. Ebi Rafı, babasından, Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu haber verdi: "Koltuğuna yan gelip oturan ve kendisine benim bir emir veya yasağım geldiğinde, 'Biz bunu bilmiyoruz, Allah 'ın Kitabı 'nda ne bulursak ona uyarız. 'diyen birinizle asla karşılaşmayayım. " (Bu hadisler daha önce 11 rakamıyla tahric edilen hadisle aynıdır. )

 

İbn Uyeyne şöyle dedi: Bana, Muhammed b. el-Münkedir, bu hadisin benzerini Hz. Peygamber (s.a.v)'den mürsel olarak nakletti. (Bu hadisler daha önce 11 rakamıyla tahric edilen hadisle aynıdır. )

 

Bunda Hz. Peygamber (s.a.v)'den nakledilen bir haberin tesbiti ve Müslümanlar için bağlayıcı olduğu öğretilmiştir. Bu durumda onlar, söz konusu hadisle ilgili Allah'ın Kitabı'nda bir nas bulmazlarsa da durum aynıdır. Gerçi bu konunun yeri burası değildir.

Bize Malik, Zeyd b. Eslem'den, Ata b. Yesar'den şöyle haber verdi: "Bir kişi oruçluyken karısını öpmüş, sonra da bundan çok üzüntü duymuş. Bunun üzerine durumu sorması için karısını göndermişti. Karısı da müminIerin annesi Ümmü Seleme'nin odasına girmiş ve meseleyi ona bildirmiştir. Ümmü Seleme şöyle dedi: "Hz. Peygamber oruçluyken öper." Kadın, kocasına gelerek bunu bildirmiştir. Bu adamın işini daha da kötüleştirmiştir! Adam şöyle dedi: "Biz Allah'ın elçisi gibi değiliz. Allah, ona istediği şeyi helal kılar." Bunun üzerine kadın tekrar Ümmü Seleme'ye gelmiş ve Hz. Peygamber (s.a.v)'i onun yanında bulmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "Bu kadının nesi var?" Ümmü Seleme de durumu anlatmıştır.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), "Benim öyle yaptığımı ona haber vermedin mi?" buyurmuştur.

Ümmü Seleme, "Ona haber verdim; o da gidip kocasına haber vermiş.

Bu adamın işini daha da kötüleştirmiş ve 'Biz Allah'ın elçisi gibi değiliz; Allah, ona istediği şeyi helal kılar.' demiş." dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) öfkelenerek şöyle buyurmuştur: "Vallahi ben, sizin Allah 'tan en çok korkanlnız ve O 'nun koyduğu sınırları en iyi bileninizim. " Tahric: Muvatta; Oruç 1/291-292 no: 13; Musannef, Abdurrazzak, Oruç 4/184.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bu hadisi, birinden muttasılolarak işittim; fakat onu -böyle- kimden işittiğimi hatırlamıyorum.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v)'in. "Benim öyle yaptığımı ona haber vermedin mi?" sözünde, Ümmü Seleme'nin Hz. Peygamber (s.a.v)'den naklettiği haberin kabulünün caiz olduğuna delil vardır. çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), ona Peygamber (s.a.v)'in uygulamasını bildirmesini emretmesi, bildirilen kimse için huccet olması içindir. İşte kadın, kocasının yanında doğru sözlü biriyse onun haberi bu şekilde kabul edilir.

Bize Malik, Abdullah b. Dinar'dan, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini nakletti: "İnsanlar Kuba Mescidi'nde sabah namazı kılarken biri gelerek şöyle dedi: Bu gece Hz. Peygamber (s.a.v)'e Kur'an ayetleri indi ve kıble olarak Kabe'ye dönmesi emredildi; siz de ona dönün. Onların yüzleri Şam'a dönüktü. Bunun üzerine Kabe'ye döndüler." Bu hadis daha önce [16] rakamıyla zikrediimiştir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Kuba ehli, Ensar ve bilgili Müslümanlardan olup namazı Allah'ın kendilerine farz kıldığı kıbleye dönerek kılanlardandı. Onların, kendileri için geçerli bir delilolmadıkça kıble konusundaAllah'ın farzını terk etmeleri mümkün değildir.

Hz. Peygamber (s.a. v) ile karşılaşmamışlar ve kıblenin değiştirildiğine dair Allah' ın indirdiği ayeti işitmemişlerdi ki Kur' an' a ve Hz. Peygamber (s.a.v)'den duyduklan bir sünnete göre namazda yönlerini Kabe'ye döndürmüş olsunlar. Bu konuda genel bir çoğunluk yoluyla gelen bir haber de mevcut değildi. Onlar, kendilerince doğru olan bir kişinin haberine dayanarak, dönmekte olduklan kıbleyi bırakıp yeni bir emirle Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından kıblenin değiştirildi ği haberine uymuşlardır.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Onlar -inşaallah- öyle bir haberin, ancak kendilerince doğru olan biri yoluyla gelince delil olduğunu bilerek namazda yönlerini Kabe'ye çevirmişlerdir.

Zira haberi getirin kişi doğruluk ehlindendi.

Yine onlar, ancak dinleriyle ilgili böyle büyük bir işte bilinçli bir şekilde bu yeni li ği yapmışlardır.

 

Onlar, bu yaptıklarını Hz. Peygamber (s.a. v)' e haber vermeyi de ihmal etmemişlerdir. Kıblenin değiştirildiğine dair Hz. Peygamber (s.a.v)'den gelen haber-i vahidi kabul etmeleri, aslında onlar için farzdır. Bu fiil muhayyerlik arz eden bir fiil olsaydı, herhalde Hz. Peygamber (s.a.v), kendilerine, "Siz bir kıble üzere idiniz; benden işitmek suretiyle veya çoğunluğun verdiği bir haber ya da benden nakledilen birden fazla haber dolayısıyla sizin için delilin sabit olduğunu bildikten sonra ancak o kıbleyi terk edebilirdiniz." derdi.

 

Bize İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle haber verdi: Bize Malik, İshak b. Abdullah b. Ebu Talha yoluyla Enes b. Malik'in şöyle dediğini haber verdi: Ben, Ebu Talha, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah ve Ubey b. Kab'la hurma ve hurma koruğundan yapılmış şarap içiriyordum. Biri geldi ve "Şarap haram kılındı." dedi. Bunun üzerine Ebu Talha, "Ey Enes, kalk git, şu küpleri kır." dedi. Ben de kalkıp dibek taşımızIa onların altlarına vurdum. Sonunda onlar kınldı. Tahric: Muvatta, içecekler 2/846-847 no: 13; Buhari, 10/40 no: 5582; Müslim, 3/1572 no: 9/1980.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Onların ilimIerini ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanındaki mevkilerini, sahabelikteki kıdemlerini hiçbir alim inkar etmez. O esnada onlara göre şarap helaldi ve onu içiyorIardı. Birisi gelip onlara şarabın haram kılındığını haber vermiş; şarap küplerinin sahibi olan Ebu Talha da onların kınlmasını emretmiştir. Ne o, ne ötekiler, ne de onlardan biri, "Hz. Peygamber (s.a.v) bize yakındır, onunla karşılaşıncaya ya da çoğunluğun haberi bize gelinceye kadar şarabı helal olarak kabul ederiz." dememiştir. Üstelik onlar helal olan şeyi dökmezler, çünkü onu dökmek israf olur ve onlar israfçı kimseler değildirler. Durum öyle gösteriyor ki onlar, yaptıkları şeyi Hz. Peygamber (s.a.v)'e haber vermemezlik etmemişlerdir. Onların haber-i vahidi kabul etmemeleri gerekseydi, Hz. Peygamber (s.a.v) de kendilerini onu kabul etmekten menederdi.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), bir kimsenin, karısının zina ettiğini söylemesi üzerine Üneys'e "Kadın itiraf ederse, onu recmet. )} diye emir vermiş, kadın suçunu itiraf etmiş ve Üneys de onu recmetmiştir. Tahric: Muvatta, Hadler 2/822; Buhari, 4/216 no: 6633-6634; Müslim, 3/1324 no: 25/1697.

 

Bize bunu Malik ve Süfyan, ez-Zühri'den, Ubeydullah b. Abdullah yoluyla Ebü Hureyre ve Zeyd b. Halid'den de haber verdi. Süfyan bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.v)'den nakledip senedine Ebü Hureyre ve Zeyd b. Halid'in yanında Şibli'yi de ilave etmiştir.

 

Bize Abdülaziz, Yezid b. el-Hadi' den, Abdullah b. Ebi Seleme' den, Amr b. Süleym ez-Züraki, annesi yoluyla şöyle haber verdi: "Biz Mina'dayken Ali b. Ebi Talib bir devenin üzerinde şöyle diyordu: Hz. Peygamber buyuruyor ki: 'Bugün yeme içme günüdür; kimse oruç tutmasın. 'Devesinin üzerinde insanları takip ederek onlara böylece bağırıyordu." Tahric: Ahber Mekke, el-Fekihi, 4/252 no: 2561; en-Nesai, Sünen el-Kübra, 2/169 no: 289.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Allah'ın Elçisi, sadık bir kişiyi, kendisinden gelen haberin bağlayıcı olması amacıyla yasağını bildirmek için gönderir. Bu da kendilerine yasak iletilen kimselerin, Hz. Peygamber (s.a.v)'den onlara bu haberi getiren kişinin doğru olduğunu bilmeleri nedeniyledir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanında hacılar vardı. O, Mina' dakilere kendisi giderek emrini şifahi olarak bildirebilirdi yahut birkaç kişi gönderebilirdi. Fakat o, doğru olduğunu bildikleri bir kişiyi göndermekle yetinmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v), onlara emrini, leh ve aleyhlerinde delilolması için gönderir. Durum böyle olunca, yani anlattığım gibi -İnşaallah- Hz. Peygamber (s.a.v)'in, onlara bir topluluğu göndermeye gücü yettiği halde, bir kişiyi gönderdiğini düşünürsek, bu imkandan yoksun olan sonraki Müslümanlar hakkında sadık bir kişinin haberinin sabit olmasının daha da uygun olacağını görüyoruz.

 

Bize Süfyan, Amr b. Dinar'dan, Amr b. Abdillah b. Safvan'dan, o da dayısı olan Yezid b. Şeyban'ın şöyle dediğini haber verdi: "Arafat'ta vakfe yapıyorduk. Amr b. Abdillah, imam'ın vakfe yaptığı yere nisbetle çok uzakta bulunuyordu. İbn Mirba el-Ensari bize geldi ve şöyle dedi: Ben, size Allah'ın Elçisi'nin elçisi olarak geldim. Hz. Peygamber (s.a.v), size vakfe yapılması gereken yerlerde vakfe yapmanızı emrediyor; çünkü siz, babanız İbrahim'in bir mirası üzeresiniz." Tahric: Ebu Davud, Manasik 2/469-470 no: 1919;Tirmizi, Hac 3/221.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v), Ebü Bekir'i hicri 9. yılında hac emiri olarak göndermiş, çeşitli beldelerden ve muhtelif kavimlerden Müslümanlar hacca gelmişti. Ebü Bekir de onlara hac ibadetini yaptırdı ve kendilerine Hz. Peygamber (s.a.v)'in emir ve nehiylerini bildirdi. Hz. Peygamber (s.a.v), aynı yıl, Ali b. Ebi Talib'i de göndermişti. O da, toplu halde hacılara bayram günü Berae (Tevbe) Suresi'nin bazı ayetlerini okumuş, bir kavimle (müşriklerle) yapılmış olan antlaşmanın adaletle sona erdiğini ilan etmiş, onlara bazı süreler tanımış ve onları bazı işlerden men etmiştir. Ebü Bekir ve Ali, Mekkeliler nezdinde fazilet, dindarlık ve doğruluklarıyla meşhur idiler. Hacılardan, bu ikisini veya bunlardan birisini tanımayanlar, onların fazilet ve doğrulukları hakkında kendilerine bilgi verecek kimseleri bulma imkanları vardı.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), birini birine göndermişse, ancak kendisine gönderilene verdiği haberle delil teşkil etmesi için yollar. İnşaallah.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), bazı yörelere bir kısım memurlar göndermiştir ki biz onların ve gönderildikleri yerlerin adlarını biliyoruz. Hz. Peygamber (s.a.v), Kays b. Asım, Zibrikan b. Bedr ve İbn Nuveyre'yi kendi aşiretlerine göndermiştir. Çünkü onlar, bu şahısların doğru sözlü insanlar olduklarını biliyorlardı.

Ayrıca Bahreyn heyeti geldiğinde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanındakilerle tanıştılar ve Hz. Peygamber (s.a.v) de onlarla birlikte İbn Said b. el-As'ı göndermiştir.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndermiş ve ona kendisine itaat edenlerin isyan edenlerle savaşmalarını, onlara Allah'ın farz kıldığı şeyleri öğretmesini ve üzerlerine düşen zekatı almasını emretmiştir. Çünkü onlar, Muaz'ı, mevkiini ve doğruluğunu biliyorlardı.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v), böylece görevlendirdiği herkese, idaresi altındakilerin Allah' ın farz kıldığı zekatı almasını emretmiştir.

 

Bize göre hiç kimse, kendisine gelen ve doğruluğu bilinen kişilerden birine karşı: 'Sen tek bir kişisin, bizden, üzerimize farz olduğunu Hz. Peygamber (s.a.v)'den işitmediğimiz bir şeyi almaya hakkın yoktur.' deme hakkına sahip değildir.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), bölgelere, -anlattığım gibi- ancak doğruluğu ile meşhur olan kimseleri göndermiştir. Bu, gönderildikleri şahıslara karşı böyle kimselerle delilin netleşmesi içindir.

Hz. Peygamber (s.a.v)'in seriyye (müfreze) komutanlan da bu kabildendir. O, Mu'te Savaşı için bir ordu yola çıkarmış, başına da Zeyd b. Harise'yi tayin etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Zeyd b. Harise şehit olursa Cafer, o da şehit olursa İbn Revaha komutan olsun." İbn Üneys'i tek başına bir seriyyenin başında göndermiştir.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), seriyyelerinin komutanlarmın hepsini, gönderildikleri hususlarda tam yetkili olarak göndermiştir. Çünkü onların görevleri içinde kendisine İslam daveti ulaşmayanlara tebliğ etmek ve savaşılması caiz olanlarla savaşmak da vardı.

Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v)'in gönderdiği her vali ve seriyye komutanı bu kapsamda yetkiliydi. Halbuki Hz. Peygamber (s.a.v)'in iki, üç, dört ve daha fazla valiyi aynı yere ve aynı anda gönderme imkam vardı.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v), aynı anda on iki elçiyi, on iki krala, İslam'a davet etmek için göndermiştir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in gönderdiği bu kişiler vasıtasıyla onlara davet ulaşmış ve bu konuda onlara karşı huccet oluşmuştur. Kendilerine gönderdiği kimselere mektuplarının kendisine ait olduğunu gösteren başka belgeler düzenlememiştir.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), bu elçiler hususunda, komutanlarda aradığı özelliği onlarda da aramıştır. Bu da onların bilinen kişiler olmalarıdır. Mesela, Dihye el-Kelbi'yi, iyi tanıyan bölgeye göndermiştir. Kendisine gönderilen kimse, elçiyi tanımazsa, onun Hz. Peygamber (s.a.v)'in gönderdiğine dair bilgi istemesi gerekirdi; elçinin getirdiği haber hakkında şüphelerin ortadan kalkması için ... Ayrıca kendisine gönderilen kimse, onun hakkında şüpheden kurtuluncaya kadar elçinin beklemesi gerekirdi.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v)'in emir ve nehiylerini içeren mektupları valilerine ulaşıyordu ve valilerinden hiçbiri de onun emrini yerine getirmemezlik etmiyordu. Hz. Peygamber (s.a.v) de ancak kendilerine gönderdiği kimselerce doğru olarak bilinen birini elçi olarak gönderiyordu. Kendisine elçi gönderilen kimse onun doğruluğunu bilmek isterse, onu doğruluk üzere buluyordu. Hz. Peygamber (s.a.v)'in mektubunda bir değişiklikten veya onu getiren elçinin dalgınlığı sebebiyle herhangi bir töhmete delalet eden bir durumdan şüphe eden bir valinin, şüphe ettiği hususu öğrenmek için talepte bulunması gerekirdi. Ta ki o, kendi yanında sabit olan ResuluIlah (s.a.v)'in emrini uygulasın.

İmamŞafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v)'den sonra halifelerinin mektupları ve valileri de böyleydi. Müslümanlar da halifenin bir, kadı'nın bir, emir'in bir ve imam'ın bir olduğunda icma etmişlerdir. Müslümanlar Ebü Bekir'i halife olarak seçmişler, Ebü Bekir de Ömer'i yerine halife olarak bırakmıştır. Sonra Ömer, bu işi şuraya havale ederek birini halife olarak seçmelerini istemiştir. Buna göre Abdurrahman da Osman b. Affan'ı halife olarak seçmiştir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Kadı olarak görev yapan valiler ve diğerleri de hüküm veriyorlar ve onların hükümleri geçerli oluyordu. Onlar, had cezalarını da uyguluyorlardı. Onlardan sonra görev alanlar da, onların hükümlerini uyguluyorlardı. Onların hükümleri de kendilerinden intikal eden haberlerdir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünneti ve Müslümanların üzerinde icma ettikleri hususlarla ilgili olarak anlattıklarım, şahitlik, haber ve hüküm arasında fark olduğunu gösterir.

 

Kadı'nın, bir kimsenin birinde alacağı vardır diye verdiği hükmün, kendi katında bir delile veya hasmın ikranyla sabit olan bir habere dayandığını görmez misin? O, hükmü buna göre yerine getirmektedir. Kadı, kendi haberiyle kendi bilgisine göre uygulaması gerekince, bir helal veya bir haram'ı bildiriyor gibidir. Böylece şahitlik edilen şeye dayanarak, onu helal veya haram kılmak zorunda kalır.

 

Kendisine yargılanmak isteğiyle gelmeyen bir kişi aleyhinde kendi huzurunda tanıklık yapan şahitlerin ifadelerini ya da hasımlarından birinin ikrarını bildiren, fakat kendisine yargılanmak amacıyla gelinmediği veya yargılanmak maksadıyla başkasına gidildiği için bunlara göre hüküm vermek zorunda olmayan ve söz konusu kişiyle hasmı arasında birinin lehine ve ötekinin aleyhine tanıklık edecek şahidi gerektiren bir hususta hüküm veren kadı, başkasının katında bir şahit mertebesindedir. O, ister kadı, isterse başka biri olsun, onunla birlikte bir şahit bulunmadıkça şahadeti kabul edilmez. Nitekim kendisi de başkasının huzurunda ifade veren bir şahidi, ancak bir şahit bulunmak şartıyla kabul eder ve onun yanında başka bir şahidin bulunmasını da ister. Başkasının da şahidi tek ise, yalnız onun şehadetini geçerli sayma yetkisi yoktur.

 

BizeSüfyanveAbdulvahhab, Yahyab. Said'den, Saidb. el-Müseyyib'in şöyle dediğini haber verdi: Ömer b. el-Hattab, başparmak için on beş, şahadet parmağı için on, orta parmak için on, yüzük parmağı için dokuz ve küçük parmak için de altı deve diyet ile hükmetmiştir. Tahric: Musannef, Abdurrazzak, Kitab el-Ukul, 9/384 no: 17698.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Allah en doğrusunu bilir.

 

Hz. Peygamber (s.a.v)'in el için elli (deve diyet) hükmettiği Ömer tarafından bilinmekteydi. Elin de farklı şekilde güzellik ve faydası bulunan beş parmağı vardır. Ömer de bu beş parmağı değerlendirerek, elin diyetini onların durumuna göre taksim etmiş ve böylece karar vermiştir. İşte bu da habere kıyas yaparak hüküm vermektir.

Ne zaman ki Amr b. Hazm ailesinde bulunan bir mektub ortaya çıktı ve o mektupta da Resulullah (s.a.v)'in, "Her parmak için on deve (diyet) gerekir." buyurduğu açıklandı, o zaman herkes bu hadisle hükmetmeye başladı. Tahric: Müstedrek,1/394.

 

Allah en doğrusunu bilir. Onlar, Amr b. Hazm ailesinde bulunan söz konusu mektubu, Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından yazıldığı tesbit edilene kadar kabul etmemişlerdir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bu hadiste iki delil vardır: Birinci delil: Haberin kabulüdür.

İkinci delil: Haberin, sabit olduğu andan itibaren kabul edilir oluşudur.

Velev ki onların kabul ettikleri böyle bir haberle imamların geçmiş bir uygulaması bulunmamış olsun.

Bu hadis şuna da delil teşkil etmektedir: İmamlardan birinin geçmiş bir uygulaması ve Hz. Peygamber (s.a.v)'den bu uygulamaya muhalif bir haber bulunması halinde bu uygulama terk edilir ve Hz. Peygamber (s.a.v)'den gelen habere uyulur.

Bu, Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadisinin kendi başına sabit olduğunu, bunun için somadan bir başkasının uygulamasının şart olmadığını gösterıyor.

Müslümanlar; "Ömer, muhacir ve ensarın gözleri önünde bunun hilafına uygulama yaptı." dememiştir. Siz de, başkaları da, bunun aksini söylemediniz. Aksine, herkes üzerine vacip olduğu şekilde Hz. Peygamber (s.a.v)'den gelen haberi kabul etme ve ona muhalifuygulamayı terk etme cihetine gitmiştir.

Bu, Hz. Ömer' e ulaşsaydı, o da böyle yapardı. Nitekim o, Hz. Peygamber (s.a.v)'den kendisine ulaşan başka hususlarda böyle hareket etmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)'in emrine tabi olma hususunda Allah'a karşı takyası, üzerine düşeni yapması, ilmi, Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanında hiç kimsenin bir emrinin geçerliliğinin söz konusu olmaması ve Allah'a itaatin Hz. Peygamber (s.a.v)'e tabi olmayı gerektirdiğini bilir.

Biri şöyle derse: Ömer'in bir şey yaptığına, soma da Hz. Peygamber (s.a.v)'den gelen bir haber neticesinde uygulamasını terk ettiğine dair bana bir delil göster.

Derim ki: Sana böyle bir şey bulursam gösteririm.

 

Şöyle dedi: Bana böyle bir şey bulman halinde şu iki husus için delil teşkil edecektir:

1- Sünnet bulunmadığı zaman kendi rey'i ile ictihad yapar.

2- Sünnet bulunduğu zaman ona uyması ve kendi uygulamasını terk etmesi gerekir. Ayrıca bir amel, eğer sünnetin hilafına ise o ameli insanların terk etmeleri ve sünnete uymaları gerekir. Sünnetin iptali, ancak ondan sonra varid olan bir haber ile mümkün olur. Malumdur ki bir şeyin sünnete muhalif olması, onu zayıflatmaz.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) de dedim ki: Bize Süfyan, ez-Zühri' den, Said b. el-Müseyyib yoluyla Ömer b. el-Hattab'ın şöyle dediğini haber verdi: "Diyet, erkek tarafına aittir. Kadın, kocasının diyetinden miras olarak bir şeyalmaz. Nihayet Dahhak, Hz. Peygamber (s.a.v)'in kendisine yazarak Eşyem ed-Dıbabi'nin karısını, kocasının diyetine mirasçı etmesini emrettiğini Ömer' e haber vermiş ve bunun üzerine de Ömer, kendi görüşünü bırakıp bu habere uymuştur. " Tahric: Ebu Davud, Feraiz 3/339 no: 2927; Tirmizi, Feraiz 4/425-426 no: 2110.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bu hadisi daha önce açıklamıştım.

Bize Süfyan, Amr b. Dinar ve İbn Tavus yoluyla Tavus, Ömer 'in şöyle dediğini haber verdi: "Hz. Peygamber (s.a.v)'den cenin hakkında bir şey işiten var mı? Allah için söylemesini istiyorum." Bunun üzerine Hamel b. Malik b. en-Nabiğa, ayağa kalkıp şöyle dedi: "Ben iki karımın arasında idim. Yani birbirinin kuması olan bu kadınlardan biri, diğerine sopa ile vurdu ve onun cenininin ölü olarak düşmesine sebep oldu. Hz. Peygamber (s.a.v), bu düşük hakkında gurre ile hükmetti." Ömer bunu duyduktan sonra, "Bunu işitmeseydim başka bir şeyle hükmederdim." dedi.Tahric: Ebu Davud, Diyet 4/698, 699 no: 4572.

 

Başka biri de (Süfyan veyaAmr b. Dinar) Hz. Ömer'in "Böyle bir meselede neredeyse kendi rey'imizle hükmedecektik." dediğini söyledi.

 

İmam Şafii' (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ömer, ed-Dahhak'ın rivayet ettiği hadis dolayısıyla kendi hükmünden vazgeçmiştir. Kendi düşüncesine muhalif bir yolu benimsemiş ve cenin konusunda, bu hadisi işitmeseydi başka bir şeyle hükmedeceğini haber vererek "Böyle bir meselede neredeyse kendi rey'imizle hükmedecektik." demiştir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: AHah en doğrusunu bilir.

Ömer, mevcut olan sünnete göre cenin telefinde yüz deve diyet gerektiğini; cenin sağ olarak düşerse onun için de yüz deve diyet gerektiğini, ölü olarak düşerse bir şey gerekmediğini düşündüğünü bildiriyordu. Kendisine Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu konudaki hükmü haber verilince onu kabul etmiş, önceleri buna muhalif olarak uygulama yaptığı ve kendisine Hz. Peygamber (s.a.v)'den bir şey ulaşmadığı için kişisel rey'i ile hükmettiği bir meselede Hz. Peygamber (s.a.v)'e tabi olmaktan başka bir yola gitmemiştir. Ona kendi uygulamasına muhalif bir haber ulaşınca, Hz. Peygamber (s.a.v)'in hükmüne yönelmiş ve kendi hükmünü terk etmiştir. Hz. Ömer, her işinde böyle yapardı.    Bütün insanların da böyle yapmaları gerekir.

 

Bize Malik, İbn Şihab'tan, Salim'den şöyle haber verdi: Ömer b. elHattab, insanları, Abdurrahman b. Avf'ın haberi üzerine geri çevirdi. Tahric: Muvatta, el-Cami 2/896-897; Buhari, Tıp kitabı 76; Müslim, Selam kitabı 39 hadis 100.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Yani bundan kasıt, Şam'a giderken orada veba salgını olduğu haberi kendisine ulaşınca böyle yapmıştır.

 

Bize Malik, Cafer (-i Sadık) b. Muhammed yoluyla babasının şöyle rivayet ettiğini haber vermiştir: Ömer, Mecusilerden söz ederek şöyle dedi: "Ben onlar hakkında ne yapacağımı bilmiyorum." Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf da "VaHahi ben, Hz. Peygamber (s.a.v)'in, 'Onlara Ehl-i ldtab muamelesi yapın. ' buyurduğunu işittim." dedi. Tahric: Muvatta, Zekat 1/278 no: 42.

 

Bize Süfyan, Amr b. Dinar yoluyla Becale'yi şöyle derken işittiğini haber vermiştir: "Abdurrahman b. Avf, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Hecer (Balıreyn de bir kasaba) Mecusilerinden cizye aldığını haber verinceye kadar Ömer, Mecusilerden cizye almamıştır. " Tahric: Buhari, Cizye 6/257 no: 3156-3127.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Munkati olarak yazdığım her hadisi, çoğunluktan öğrenen ilim sahiplerinin ekseriyetinin nakline dayanarak rivayet eden kimselerden muttasıl veya meşhur olarak işittim. Fakat iyice ezberimde olmayan bir hadisi buraya koymaktan hoşlanmadım. Bir kısım kitaplanm da kayboldu. Hıfzımda olanlardan bazısını ilim sahiplerinin bildikleriyle kontrol ettim ve kitap uzun olacak endişesiyle onlan özetledim. Ama her açıdan derinlemesine ele almadım.

 

Ömer, Abdurrahman b. Avf'ın Mecusiler hakkındaki haberini kabul ederek onlardan cizye alırken Kur'an'ın, "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıIdığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cİzye verinceye kadar savaşın." [Tevbe, 9/29]; "Müslüman oluncaya kadar kifirlerle savaşın." [Fetih, 48/16] ayetlerini de okuyor ve Hz. Peygamber (s.a.v)'den Mecusilerle ilgili herhangi bir uygulamayı bilmiyordu. Ona göre Mecusiler, ehl-i kitaptan ayn kafirlerdir. Abdurrahman b. Avf'ın Mecusiler hakkında Hz. Peygamber (s.a.v)'den naklettiği haberi öğrenince onu kabul edip ona uydu.

Becale hadisi mevsuldür; zira Becale, Ömer b. el-Hattab'a yetişmiş ve onun bazı valilerine katiplik yapmıştır.

Biri şöyle sorabilir: Ömer, kendisine haber ulaştıran kimsenin yanı sıra başka birini daha ister miydi?

Ona şöyle deriz: Ömer'in, kendisine haber ulaştıran kimsenin yanı sıra başka birini daha istemesi, ancak şu üç sebepten dolayıdır: Ya ihtiyat cihetine gidilerek daha emin olunmak istenmiştir. Huccet, haber-i vahid ile sabit olursa da iki ve daha çok kimsenin haberi onu, sübut bakımından kuvvetlendirir.

Haber-i vahidi sabit olarak kabul edenlerden öylelerini gördüm ki onunla birlikte ikinci bir haber daha istiyor ve elinde beş cihetten Hz. Peygamber (s.a.v)'e ulaşan sünnet bulunduğu halde, kendisine altıncı kişi tarafından rivayet edilirse onu da yazıyordu. Çünkü haberler ne kadar birbirini destekler ve ne kadar mütevatir olursa, huccet olma bakımından o ölçüde kuvvetli olur ve işiten kişi de daha müsterih olur.

 

Ben hakimlerden iki üç adil şahit bulunduğu halde, davacıya, bana daha fazla şahit getir diyenleri de gördüm. Onlar bu suretle içlerinin daha fazla rahat olmasını istemişlerdir; davacı ikiden fazla şahit getirmeseydi, elbette o iki şahidin ifadesine göre hüküm vereceklerdi.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ya da (Ömer) muhtemeldir ki raviyi tanımadığı için tanıdığı bir ravi gelinceye kadar onun haberi karşısında duraklamıştır.

Onun için tanınmayan birinden bir haber nakleden kimse, makbul olmadığı gibi onun haberi de kabul edilmez. Bir kimsenin haberinin kabul edilmesi için tanınmış ve buna ehil bir kimse olması gerekir.  Ya da muhtemeldir ki (Ömer'e göre) kendisine o haberi nakleden kimse, sözü makbulolmayan birisiydi. Beklemesi de sözünü kabul edeceği birisini bulmak içindir.

Biri şöyle derse: Sizce Ömer bu sebeplerden hangisine meyletmiştir? Deriz ki: Ebu Musa el-Eş'ari'nin haberinde ihtiyat cihetini göz önüne almıştır; çünkü Ebu Musa, ona göre emin ve güvenilir bir kimsedir. İnşaallah.

"Delilin nedir?" derse; Biz de deriz ki: Malik b. Enes, Rabia b. Ebi Rabah ve birçok alim Ebu Musa hadisini rivayet etmiştir. Ömer de Ebu Musa'ya "Ben seni itham etmiyorum; fakat insanların Hz. Peygamber (s.a.v)'e yalan sözler isnad etmelerinden korkuyorum." demiştir.(Fethu'I-Bari,11/22-26.)

 

Biri şöyle diyebilir: Bu munkatidir. Bununla da huccet sabittir. Çünkü Ömer olsun, başkası olsun, dinde imam olan bir kimsenin bir defasında haber-i vahidi kabul etmesi, onun katında huccet teşkil etmesi, sonra da başka bir zaman böyle bir haberi reddetmesi caiz değildir. Yine böyle bir tutum, aklı başında hiçbir alim için de caiz olmaz. Aynı şekilde bir hakimin bir defasında iki şahitle hüküm vermesi, başka bir zaman da bundan kaçınması caiz değildir; ancak şahitlerin cerhedilmeleri veya adilolup olmadıklarının bilinmemesi gibi cihetlerden onlan yeterli bulmaması hali müstesnadır. Ömer'in ilim, akıl, emanet ve fazilet bakımından son derecede üstün bir şahsiyet olduğu bilinen bir gerçektir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Yüce Allah'ın Kitabı'nda da bu anlattığım hususu destekleyen ayetler vardır.

 

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Biz, Nuh'u kendi kavmine 'Kendilerine çok acıklı bir azap gelmezden önce kavmini korkut.' diye gönderdik" [Nuh, 71/1]

 

Yine Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Muhakkak ki Biz, Nuh'u kendi kavmine gönderdik (ve şöyle demişti:) Şüphesiz ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım." [Hud, 11/25]

 

Yüce Allah şöyle de buyuruyor: "Biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve SÜıeyman'a da vahyetmiştik. Davud'a da Zebur vermiştik." [Nisa,4/163]

"Ad kavmine de kardeşleri Hud'u (gönderdik) ... " [A'raf, 7/65; Hud, 11/50] buyurmuştur.

"Semud kavmine de kardeşleri Salih'i ... " [A'raf, 7/73; Hud, 11/61] buyurmuştur.

"Medyen kavmine kardeşleri Şuayb'i ... " [A'raf, 7/85; Hud, 11/84; Ankebut, 29/36] buyurmuştur.

Yine Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "Lut kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı. Kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." [Şuara, 26/160-163]

 

Yüce Allah, Peygamberi Muhammed (s.a.v)'e hitaben de şöyle buyurmuştur:

"Biz, Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik ... " [Nisa,4/163]

Yine A l;~:h, "Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir." [Al-i İmran, 3/144] buyurmuştur.

Yüce Allah, bir kısım alametlerle diğer insanlardan ayırdığı peygamberleri hakkında halka delil getirmiştir. Peygamberlerin hal ve hareketlerini, onlan diğer insanlardan ayırmalanm sağlayan alametleri gören kimselere ve ondan somakilere karşı bu sayede delil sabit olmuştur. Bu konuda bir kişi ile birden fazla kişi eşittir. Huccet onların çoğu ile sabit olduğu gibi biriyle de sabit olur.

 

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti.

İşte o zaman Biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: 'Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz!' dediler. Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansmız. Rahman, (size) herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz." [Yasin, 36/13-15]

 

İmam Şafiı (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Allah onlara iki elçiyle, soma da üçüncü bir elçiyle huccetleri beyan etmiştir. Aym şekilde kavimlere de birer kişi göndererek delillerinin kuvvetlendirmiştir. Pekiştirmek için birden fazla kimsenin gönderilmesi huccetin bir kişiyle gerçekleşmesine engel değildir. Zira Allah ona, kendisini, peygamberlerin dışındaki insanlardan ayıran bir özellik vermiştir.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bize Malik, Sa'd b. İshak b. Ka'b b. Dcra yoluyla Sa'd b. İshak da halası Zeynep binti Ka'b aracılığıyla el-Fürey'a binti Malik b. Sinan'ın şöyle haber verdiğini söyledi: el-Fürey'a, Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelip Beni Hudra'da bulunan ailesine dönmek istediğini bildirmişti; çünkü kocası kölelerini aramak için çıkıp gitmiş ve nihayet el-Kaddum (Medine'ye 6 mil uzakta bir yer) tarafında onlara yetişince de köleleri onu öldürmüşlerdi. el-Ffuey'a (diyor ki); Hz. Peygamber (s.a.v)'e aileme dönebilme imkfmımın olduğunu sordum. Çünkü kocam, bana içinde oturacağım mülkü olan bir ev bırakmadı. elFürey'a dedi ki: Hz. Peygamber (s.a.v) de "Evet" dedi. Bunun üzerine ben de gittim. Nihayet evde miydim, mescidde miydim, Hz. Peygamber (s.a.v) beni çağırttı veya emretti. Huzuruna getirildiğimde, "Nasıl demiştin?" dedi. Kendisine kocamla ilgili olarak anlattığım olayı tekrar ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "İddetin bitene kadar evinde otur." Ben de orada dört ay on gün iddet bekledim.

 

(Aradan uzun bir zaman geçti.) Hz. Osman, halife olunca beni çağınp benden bu meseleyi sordu. Kendisine anlattım. O da buna uydu ve bununla hükmetti. Tahric: Muvatta, Talak 2/591 no: 31; Ebu Davud, Talak 2/723-724 no: 2300; Tirmizi, Talak 3/496-497.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Osman; imamlığına, ilmine ve faziletine rağmen, muhacir ve ensarın arasında bir kadının haberine göre hüküm vermiştir.

Bize Müslim b. Halit, İbn Cüreyc'in şöyle dediğini haber vermiştir: Bana el-Hasan b. Müslim yoluyla Tavus'un şöyle dediğini haber verdi: "İbn Abbas'ın yanında idim de Zeyd b. Sabit ona şöyle dedi: 'Ay hali gören bir kadının son olarak Kabe'yi tavaf etmeden Mekke'den aynımasına fetva mı veriyorsun?' İbn Abbas da 'Niçin olmasın? Ensardan filan kadına sor: Hz. Peygamber (s.a.v), ona böyle yapmasını emretmemiş mi?' Zeyd b. Sabit, döndüğü zaman gülüyor ve şöyle diyordu: Senin hep doğru söylediğini görüyorum. " Tahric: Müslim, Hac 2/963- 964 no: 381/1328.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Zeyd b. Sabit, hacıların veda tavafını yapmadan ayrılmasının yasaklandığını işitmişti ve hacılardan ay hali gören kadının da bu yasağa dahilolduğu kanaatindeydi. İbn Abbas, bayram başladıktan sonra ziyaret tavafını yapmış ve ay hali görmeye başlayan kadına veda tavafı yapmadan Mekke' den ayrılacağına dair fetva verince Zeyd b. Sabit, buna karşı çıkmıştı. İbn Abbas, Hz. Peygamber (s.a.v)'in böyle yapmasını emrettiği kadın yoluyla bunu Zeyd b. Sabit'e haber verince, meseleyi o kadına sormuş, kadın durumu aynen ona bildirmiş, o da onu tasdik ederek İbn Abbas'a muhalefet etmekten vazgeçmiştir. Burada İbn Abbas'ın delili, sadece bir kadının haberinden ibarettir.

Bize Süfyan, Amr b. Dinar yoluyla Said b. Cubeyr'in şöyle dediğini nakletmiştir: "İbn Abbas'a dedimki: Nevfel el-Bekalı, Hızır'ın yol arkadaşı Hz. Musa'nın İsrail oğullarının Musa'sı olmadığını savunuyor, bu doğru mu?" İbn Abbas şöyle dedi: "Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir." Sonra da şöyle ilave etti: "Ubey b. Ka'b bana şöyle haber verdi: Hz. Peygamber bize hitap etti; sonra Musa ile Hızır meselesini anlattı. Hz. Peygamber (s.a.v)'in anlatışından İsrailoğlu Musa'nın Hızır'ın arkadaşı olduğuna delalet eden bir şey vardı. " Tahric: Buhari, Ilim 1/263 no: 122.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: İbn Abbas, fıkhına ve takvasına rağmen, Ubey b. Kab'ın Hz. Peygamber (s.a.v)'den tek olarak naklettiği haberi sabit görüyor; hatta ona dayanarak bir Müslüman'ı yalanlıyor. Zira Ubey b. Ka'b, kendisine, Hz. Peygamber (s.a.v)'in anlatışında İsrailoğlu Musa'nın Hızır'ın arkadaşı olduğuna delalet eden bir şey bulunduğunu söyleyerek haber vermiştir.

 

Bize Müslim ve Abdulmacid, İbn Cüreye'ten, Amir b. Musab'dan, Tavus'un şöyle haber verdiğini anlattı: "İbn Abbas'a ikindi namazından sonra kılınan iki rekatı sordu. O da, bu iki rekatı kılmaktan nehyetti. Tavus dedi ki: Ona şöyle dedim: Ben bu iki rekatı bırakmam. İbn Abbas da şu ayet ile cevap verdi: "Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." [Ahzab,33/36] Tahric: Musannef, Abdurrazzak, Namaz 2/433 no: 3975.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: İbn Abbas, burada Hz. Peygamber (s.a.v)'den verdiği haberle Tavus'a karşı bir delil getirmiş ve Kur'an'dan okuduğu ayetle de Allah ve Resulü bir işe hüküm vermişse onun için başka seçenek bulunmadığının kesinlikle bilinmesi gerektiğini

söylemiştir. O zaman Tavus, Hz. Peygamber (s.a.v)'in hükmünü yalnızca İbnAbbas'ın haberiyle öğrenmiştir. Burada Tavus, "Bu yalnızca senin haberindir, Hz. Peygamber (s.a.v)'den böyle bir şeyin sadır olduğunu kabul etmem; çünkü sen unutabilirsin." diyerek ona karşı çıkmamıştır.

Biri şöyle derse: Tavus, bunu İbn Abbas' a karşı söylemeyi hoş görmemiş olabilir mi?

İbn Abbas, doğru olarak görülen bir şeyin kendisine söylenmesinden çekinilecek bir şahsiyet değildir. O, Tavus'u ikindi namazından sonra iki rekat daha kılmaktan nehyetmiştir. Tavus da Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu iki rekatın kılınmasını yasakladığını öğrenmeden önce, ona, kendisinin bu iki rekatı bırakmayacağını zaten söylemiştir.

Bize Süfyan, Amr b. Dinar yoluyla İbn Ömer'in şöyle dediğini haber vermiştir: "Biz tanm arazisini belirli bir ürün karşılığında icar ediyor ve bunda bir sakınca görmüyorduk. Rafi b. Hadic, Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu işi yasakladığını iddia edinceye kadar öyle yapıyorduk. Biz bu işi Rafi'in bu sözünden dolayı terk ettik." Tahric: Buhari, Tarım, 5/13-14, no: 2328.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: İbn Ömer, tarımdaki bu uygulamadan yararlanıyor ve onun caiz olduğunu kabul ediyordu. İtham edemeyeceği bir kimse, Hz. Peygamber (s.a.v)'in bundan menettiğini kendisine haber verince, artık o işe devam etmedi; Hz. Peygamber (s.a.v)'den gelen habere karşı kendi rey'i ile amel etmedi ve "Biz bugüne kadar böyle yaptığımız halde kimse bizi kınamıyordu." demedi.

 

Burada, Hz. Peygamber (s.a.v)'den intikal eden bir habere dayanmayan sonraki bir uygulamanın, Hz. Peygamber (s.a.v)'den gelen bir haberi zayıflatmayacağını açıklayan bir mana vardır.

 

Bize Malik b. Enes, Zeyd b. Eslem yoluyla Ata b. Yesar'dan şöyle rivayet etti: "Muaviye b. Ebi Süfyan, altın veya gümüş bir su kabını, ağırlığından fazlasına satmış. Ebü Derda da ona şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v)'in böyle şeyleri yasakladığını işittim." Muaviye ise "Ben bunda bir sakınca görmüyorum." demiştir. Bunun üzerine Ebü Derda; "Muaviye'nin özrünü kabul etmemi benden kim ister? Ben ona, Hz. Peygamber (s.a.v)'den bir haber naklediyorum, o da bana kendi rey'ini söylüyor. Ben seninle birlikte hiçbir yerde beraber oturmam." demiştir. Tahric: Muvatta, Alışveriş, 2/634, no: 33.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ebu Derda, bu haberin Muaviye'ye karşı bir huccet teşkil ettiği sonucuna varmıştır. Muaviye, bunu kabul etmeyince de Ebu Derda, Muaviye'nin bulunduğu yeri terk etmiştir. Güvenilir bir kişinin Hz. Peygamber (s.a.v)'den naklettiği haberi terk etmenin sorumluluğunun büyüklüğünü bu hareketiyle de ortaya koymuştur.

Bize ulaşan habere göre, Ebu Said el-Hudri, bir kişiyle karşılaşmış ve ona Hz. Peygamber (s.a. v)' den bir şey nakletmiş, o kişi de ona muhalif bir haber rivayet edince, Ebu Said el-Hudri şöyle demiştir: "Allah'a andolsun ki seninle bir çatı altında asla bulunmam."

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: O kimsenin bu haberi kabul etmemesi ve Ebu Said'in haberine muhalif bir haber rivayet etmesi, onu çok üzmüştür. Bununla birlikte o kimsenin rivayet ettiği haber iki şekilde düşünülebilir: Birisi, bu haberin Ebu Said'in haberine muhalif olması, öteki si de ona muhalif olmama ihtimalidir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bana, itham edemeyeceğim bir kimse, İbn Ebi Zi'b yoluyla Mahled b. Hufaf'ın şöyle dediğini haber verdi: "Bir köle satın aldım ve onu çalıştırdım. Sonra onun bir ayıbına vakıf oldum. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz'in yanında davacı oldum. Ömer b. Abdülaziz de benim o köleyi sahibine geri vermeme, kölenin kazancını da ona iade etmeme karar verdi. Ben de Urve b. ez-Zübeyr'e gidip durumu ona haber verdim. Urve, "Ben bu akşam ona gidip Hz. Aişe'nin, bu gibi konularda Hz. Peygamber (s.a.v)'in, kazancın gelir sorumluluğuna bağlı olduğu esasına göre karar verdiğini haber veririm." dedi. Ben de hemen Ömer b. Abdülaziz'e gidip Urve'nin Hz. Aişe yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v)'den bana naklettiği şeyi haber verdim. Ömer b. Abdülaziz bunun üzerine şöyle dedi: "Verdiğim karar, benim için çok kolaydır. Allah en doğrusunu bilir ki ben, onunla sadece hakkın yerine gelmesini

istedim. Şimdi bana konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.v)'in bir sünneti ulaştı. O zaman şimdi ben Ömer olarak, kendi karanmı reddediyor ve Allah'ın Resulünün sünnetini uyguluyorum." dedi. Sonra Urve, Ömer b. Abdülaziz'e gitti. O da aleyhime hükmettiği geliri, karşı taraftan geri almama karar verdi. Tahric: Ebu Davud, Alışveriş 3/779 no: 3508; TIrmizi, Alışveriş 3/572-573 no: 1285; el-Müstedrek, Alışveriş 2/15.

 

Bana, Medine ehlinden itham edemeyeeeğim kimseler, İbn Ebi Zi'b yoluyla şöyle haber verdi: Sa'd b. İbrahim, Rabia b. Ebi Abdurrahman'ın rey'ine dayanan bir kişinin davasına karar vermiştir. Ben, ona, Hz. Peygamber (s.a.v)'den onun kararına aykın bir şey naklettim. Sa'd, Rabia'ya şöyle dedi: 'Bu İbn Ebi Zi'b, yanımda güvenilir bir kimsedir. Bana, Hz. Peygamber (s.a.v)'den senin kararına aykırı bir şey naklediyor ne dersin?" Rabia da şöyle dedi: "İetihad yapıp karar vermişsin ve iş bitmiştir." Sa' d ise, "Bu çok tuhafbir şeydir! Sa'd b. Ümmü Sa'd'ın kararını yürütüp Hz. Peygamber (s.a.v)'in kararını nasıl reddederim? Tersine Sa'd b. Ümmü Sa'd'ın kararını reddedip Hz. Peygamber (s.a.v)'in kararını uygularım." dedi. Sonra Sa'd, kararını yazdığı kağıdı getirip yırttı ve kararını, aleyhine hükmettiği şahsın lehine çevirdi. (Tehzibel-Kelam, 10/244-245.)

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bana, Ebu Hanife b. Simak b. el-fadl eş-Şihabi, bana İbn Ebi Zi'b, el-Makburi ve Ebu Şurayh elKa'bi yoluyla Nebi (s.a.v)'in fetih yılında şöyle buyurduğunu söyledi: "Bir kimsenin bir yalanı öldürülürse, şu iki şeyden kendisi için iyi olanı tercih eder: Dilerse diyet alır, dilerse lasas uygulanmasını ister." Ebu Hanife, Ebu Zi'b'e; şöyle dedim dedi: "Ey Ebu'l-Haris! Sen bu hadisi kabul eder misin?" Bunun üzerine o, göğsüme vurdu, bana bir sürü bağırdı, çağırdı, beni hırpalayıp şöyle dedi: "Ben, sana Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadisini naklediyorum; sen, bana "Onu kabul eder misin?" diyorsun. "Elbette onu kabul ederim. Bu, bana ve onu benden işitenIere farzdır. Allah insanlar arasından Hz. Muhammed'i seçmiş, insanlara onunla ve onun vesilesiyle hidayet etmiştir. Ona dilediği şeyleri onlara da dilemiş ve onun diliyle vahyini göndermiştir. Buna göre halkın ister istemez boyun eğerek ona uyması gerekir. Bir Müslüman için başka türlü hareket etmek mümkün değildir." Bir türlü susmadı. Ne olur sussa diye temennide bulundum. Tahric: Ebu Davud, Diyet 4/636 no: 4496; es-5ünen el-Kübra Beyhaki, Cinayet 8/52.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Haber-i vclhidin deliloluşu konusunda daha pek çok rivayet vardır. Burada zikri geçenlerle kifayet ettik.

Selefimizin bu konudaki yolu ve günümüze kadar onları takip edenlerin yolları da işte budur. İslam ülkelerindeki ilim adamlarından bize nakledilenler de bu kabildendir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Said (el-Müseyyib)'i, Medine'de şöyle derken bulduk: Ebu Said el-Hudri'nin sarf (para bozdurma) konusunda Hz. Peygamber (s.a.v)'den kendisine ulaşan haber ile Ebu Hureyre yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v)'den kendisine intikal eden rivayeti sünnet olarak kabul ettiğini görüyoruz. Bu kişiler dışında başka sahabllerden de vahid haberler rivayet eder ve onları da sünnet sayardı.

 

Urve de; "Hz. Aişe, bana, Resulullah (s.a.v)'in bir şeyin gelirini o şeyin sorumluluğunu taşıyan kimseye hükmettiğini nakletti." der ve onu sünnet olarak benimserdi. Yine onun, yalnız Hz. Aişe yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v)'den rivayet ettiği pek çok şeyi sünnet sayıp onlara göre "şu helaldir, bu haramdır." diye hüküm verdiğini görüyoruz.

 

Yine Urve'nin, Usame b. Zeyd, Abdullah b. Ömer ve diğerleri yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v)'den naklettiği vahid haberleri kabul edip sünnet saydığını görüyoruz.

Aynı şekilde Urve'nin, "BanaAbdullah b. el-Kariy, Ömer'den rivayet etti." ve "Yahya b. Abdurrahman b. Hatıb, babasından, o da Ömer'den nakletti." dediğini ve bu haberlerin her birinin Ömer'e nisbetini kabul ettiğini görüyoruz. (Tek ravi) Kasım b. Muhammed'in, "Bana, Aişe, Hz. Peygamber (s.a.v)'den nakletti." ve başka bir hadis konusunda, "İbn Ömer, Hz. Peygamber ( s.a. v)' den rivayet etti." dediğini ve bu vahid haberi ayrı ayrı sünnet olarak kabul ettiğini biliyoruz.

      

Yine Kasım b. Muhammed'in, "Yezid b. Cariye'nin oğullan Abdurrahman ve Mücemma, bana Hansa binti Hidam yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v)'den nakletti." dediğini ve tek bir kadına dayanan haberi sünnet olarak benimsediğini biliyoruz.

Biliyoruz ki Ali b. Hüseyn, "Bize Amr b. Osman, Usame b. Zeyd yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v)'den, "Müslüman ile kafir birbirlerine mirasçı olmazlar. "(Buhari, Feraiz 12/50 no: 6764) buyurduğunu haber verdi." demiş ve bunu sünnet olarak kabul etmiştir. Onun bu rivayetini bütün insanlar sünnet olarak benimsemişlerdir.

 

Yine biliyoruz ki Muhammed b. Ali b. Hüseyn, Cabir yoluyla Hz. Peygamber ( s.a. v)' den ve Ubeydullah b. Ebi Rafi yoluyla Ebü Hureyre 'nin Hz. Peygamber (s.a.v)'den yaptığı rivayetleri kabul eder ve sünnet sayardı.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Görüyoruz ki Muhammed b. Cubeyr b. Mut'im, Nafi b. Cubeyr b. Mut'im, Yezid b. Talha b. Rukane, Muhammed b. Talha b. Rukane, Nafi b. Uceyr b. Abdi Yezid, Ebü Seleme b. Abdurrahman b. Avf, Humeyd b. Abdurrahman b. Avf, Talha b. Abdullah b. Avf, Musab b. Sa'd b. Ebi Vakkas, İbrahim b. Abdurrahman b. Avf, Harice b. Zeyd b. Sabit, Abdurrahman b. Ka'b b. Malik, Abdullah b. Ebi Katade, Süleyman b. Yesar, Ata b. Yesar gibi Medineli muhaddislerin hepsi, bir sahabenin veya bir tabiinin Hz. Peygamber (s.a.v)'den yapmış olduğu rivayeti kabul edip sünnet sayarlardı.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Yine görüyoruz ki Ata, Tayus, Mücahit, İbn Ebi Müleyke, İkrime b. Halid, Ubeydullah b. Ebi Yezid, Abdullah b. Babah, İbn Ebi Ammar, Muhammed b. el-Münkedir, Mekkeli muhaddislerle Yemen'de Vehb b. Münebbih; Şam'da Mekhul; Abdurrahman b. Ganam, Basra'da Hasan ve Muhammed b. Sirin, el-Esved,Alkama, Şa'bi Küfe'de ve büyük şehirlerdeki seçkin muhaddislerin hepsinin de Hz. Peygamber (s.a.v)'den intikal eden haber-i vahidIeri kabul ettikleri, bu haberlere uyup onlara göre fetva verdikleri bilinmektedir.

 

Adı geçenler, kendilerine üstlerinden intikal eden bu haberleri nasıl kabul etmişlerse, sonrakiler de onlan aynı şekilde kabul etmişlerdir.

 

Bir kimsenin, bu özel kişilere ait bilgi hakkında, "Eskiden beri ve günümüzde Müslümanlar, haber-i vahidi kabul etme ve ona uyma konusunda birleşmişlerdir; çünkü Müslümanların fakihlerinden onu reddeden hiç kimse bilinmemektedir." demesi mümkünse ben de buna katılırım.  Ancak şöyle de diyebilirim: İslam hukukçularının haber-i vahidi kabul etme konusunda ihtilafa düştüklerini bilmiyorum; çünkü belirttiğim gibi, onların hepsinde aynı kanaat mevcuttur.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bir kimse şu tarzda bir şey söyleyebilir: Hz. Peygamber (s.a.v)'den herhangi bir hadis rivayet edilse, birisi de ona aykırı bir görüş ileri sürse nasıl hareket edilir?

Bence bir alimin sık sık haber-i vahid ileri sürerek "şu helaldir, bu haramdır" dediği halde, aynı şartları taşıyan bir haberi reddetme si caiz olmaz; ancak ona muhalif bir hadis biliyorsa veya kendisinin işittiği hadis ve ravisinin, muhalif rivayette bulunan kimseden daha güvenilir olduğuna inanıyorsa yahut o hadisi rivayet eden kimse hadis hafızı değilse veya ona göre müttehem (itham edilen) biriyse veya önceki ravilerden birini itham ediyorsa ya da hadis iki manaya geliyor ve o da yorum yaparak bu manalardan birini tercih ediyorsa caiz olur.

Ama akıllı bir fakihin bir defa veya defalarca bir haber-i vahide göre sünnet saydığı şeyi, sonra benzeri veya daha güvenilir bir haber dolayısıyla, Kur'an yorumcularının yaptığı gibi uygun bir yorum tarzı, raviye yönelik bir töhmet ya da ona muhalif bir habere dair bir bilgi olmaksızın bırakması caiz olmaz. İnşaallah.

 

Biri şöyle sorsa: Bir memlekette pek çok rivayette bulunup ona göre hüküm veren ve bunlardan birazını terk eden fakih azdır, değil mi?

Bir fakih için ancak anlattığım sebeplerden dolayı bir haberi terk etmek mümkün olur. Bir de mbiilerden veya tabiilerin öğrencilerinden, uyulması gerekmeyen bir söz rivayet etmişse, onu terk edebilir; çünkü o, bunu huccet olduğu için değil; lehinde veya aleyhinde bir şey söylemeksizin, sadece o şahsın görüşünün bilinmesi için .rivayet etmiştir.

 

Bir fakih, bir kısmına uymadığı için mazur sayılsa bile bu yollardan hiçbirine başvurmazsa, -Allah en doğrusunu bilir- bize göre bu hususta kendisine mazeret bulamayacak kadar büyük bir hata işlemiş olur.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Biri şöyle derse: "Huccet" (delil) sözünüz, manası itibarıyla farklılık gösterir mi?

Biz de -İnşaallah- "Evet." deriz.

"O zaman bunları açıklar mısın?" derse; Deriz ki: Eğer huccet teşkil eden şey, açık bir ayet veya ittifakla kabul edilen bir sünnet ise, bu hususta özür makbul değildir. Bunlardan birinde şüpheye yer yoktur. Bunları kabul etmekten geri kalan kişinin tevbe etmesi söylenir.

Eğer huccet, ihtilafa yol açan haber-i hassa (haber-i vahid türünden bir sünnet olup yorumlanabilir ve tek ravi yoluyla gelmiş bir haberse) benim yanımda, alimler için bağlayıcı bir huccettir; onların böyle bir delile dayanan hükmü reddetme hakları yoktur. Bu, Kitap ve mütevatir hadis (haber-i amme), nassa dayalı adil şehadete benzer bir durumdur ve bağlayıcıdır.

 

Bir kimse, böyle bir huccet üzerinde şüpheye düşerse, "tevbe et" demeyiz; şöyle deriz: "Eğer alimsen bu konuda şüpheye düşme hakkın yoktur; tıpkı yanılmaları mümkün olsa bile, adil şahitlerin şahadetlerine göre karar vermek zorunda olman gibidir. Fakat sen, şahitlerin adaletine güvenerek zahire göre karar vermektesin; meselenin iç yüzünü ise Allah bilir."

Muhatap şöyle sordu: Munkati hadis, onu bilen bir kimse için huccet teşkil eder mi? Munkati hadisin çeşitleri var mıdır? Yoksa bununla diğer hadisler eşit midir?

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona, munkati hadisler çeşitlere ayrılır, dedim.

Resülullah (s.a.v)'in sahabilerini gören tabiilerden birisi, Hz. Peygamber (s.a.v)'den munkati bir hadis rivayet ederse, birkaç yönden ona bakılır: Bunlardan biri şudur: Mürselolarak rivayet ettiği bir hadiste kendisine güvenilen raviler katılıyor ve onu, mana itibarıyla benzeri bir hadis rivayet ederek Hz. Peygamber (s.a.v)'e isnad ediyorsa, bu, söz konusu hadisi ezberleyip rivayet edenin doğruluğunu gösterir.

 

Bir tabii, mürselolarak rivayet ettiği hadis konusunda yalnız kalırsa, bunu Hz. Peygamber (s.a.v)'e isnad hususunda kendisine katılan biri bulunmazsa, söz konusu hadis sadece onun tek başına yaptığı munkati bir rivayet olarak kabul edilir.

Bu hadisin, muteber ravilerce rivayet edilen başka bir mürsel hadisle bağdaşıp bağdaşmadığına bakılması gerekir.

Böyle bir mürsel bulunursa, bu, onun mürselini kuvvetlendirir; ancak bu, öncekine nisbetle daha zayıftır. Böyle bir hadis bulunmazsa, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabIlerinden bu konuda bir görüş rivayet edip edilmediğine bakılır. Söz konusu mürsel hadise uygun bir sahabe görüşü bulunursa, bu, o tabiinin mürselolarak rivayet ettiği hadisi doğru bir kaynaktan aldığını gösterir, inşaaHah. Allah en doğrusunu bilir.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Alimlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber (s.a.v)'den rivayet edilen mürsel hadise uygun tarzda fetva veriyorsa yine durum aynıdır.

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Sonra şuna bakılır: Mürsel hadisin ravisi, bu hadisi kimden aldığını ismen belirtirse, bilinmeyen veya rivayeti kabulolmayan birinin ismini vermezse, bu husus rivayetin doğru olduğuna hüküm vermek için delilolur.

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bir kimse, mürsel bir hadis rivayetinde muhaddislerden biriyle birleşir ve ona muhalefet etmezse, bu" onun hadisinin kaynak bakımından doğruluğunu gösterir. Eğer ona muhalefet ederse, hadisin eksik olduğu anlaşılır.

Anlattığım hususlara aykın hareket eden kimse, rivayet ettiği hadise zarar verir; hatta hiç kimse için böyle kimselerin mürsel hadisini kabul etmesi caiz olmaz.

 

Rivayetin doğruluğunu gösteren yukanda anlattığım yardımcı unsurlar bulunursa, mürsel hadisi kabul etmeyi caiz gördük.

Ama mürsel hadisin mutlasıl hadis derecesinde delilolacağını düşünemeyiz. Çürıkü munkatinin anlamında mechullük vardır. Onun asıl ravisi belirtiIse, belki de rivayeti hoşlanılmayan birisi olduğu ortaya çıkacaktır. Bazı munkati (mürsel) hadislerin -benzeri bir mürsel hadisle desteklense bile- kaynakları bir olabilir. Öyle ki kaynağı belirtilse kabul edilmeyecektir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinden bazısı kendi rey'ine göre bir görüş ileri sürmüş ve o da mürsel hadise uygun düşmüşse bunun, iyice incelendiği takdirde, söz konusu mürsel hadisin doğruluğuna kuvvetle delalet ettiği görülür. Mürsel hadis ravisi, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinden bazısının kendi rivayetine uygun düşen bir görüşünü işittiği zaman yanılmış da olabilir. Aynı şeyin, ona muvafakat eden bazı fakihler için söz konusu olma ihtimali de vardır.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ama çoğu kez, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinden bazılarını görmüş olan büyük tabiilerden sonraki ravilere gelince, onların mürsel hadislerini kabul eden hiç kimseyi bilmiyorum. Şu gerekçelere dayanarak:

1- Bir kere onlar, rivayeti aldıkları şahıs hakkında diğerlerine nazaran daha rahat davranmışlardır.

2- Onların mürselolarak rivayet ettikleri hadisin kaynak bakımından zayıf olduğunu gösteren pek çok delalet mevcuttur.

3- Onlar, hadisin manasını çok saptırıyorlar. İşte bütün bunlar, yanlış anlamaya ve senedin zaafına sebep olabilir.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bilgi ve tecrübelerim göstermiştir ki, ilim adamlarından bazıları karşıt iki eğilim ve niteliğe sahiptirler. Bazıları: Az bir ilimle yetiniyor, bir rivayetten istifade etmek istiyor; ancak benzerini veya daha üstün olan bir rivayeti terk ediyor. Böylece o, ilimde yetersiz kimselerden olduğunu gösteriyor. Kimisi de bu tutumu kınıyor, ilimde genişlik istiyor. Bu arzusu, kendisini öyle kimselerin rivayetini kabule sürüklüyor ki onu kabul etmezse hakkında daha hayırlı olur.

Gördüm ki bunların çoğunu gaflet bürümüştür. Bu yüzden onlar, birtakım kişilerin rivayetini kabul ettikleri halde, benzerlerini ve hatta onlardan daha iyilerini reddediyorlar. Yine bazı maksatlarla onlar, zayıf olduğunu bildikleri kimselerin rivayetini, kendi görüşlerine uygunsa alıyor ve güvenilir ravilerin hadislerini, kendi görüşlerine uymuyorsa reddediyor. Kimileri de çeşitli yönlerden maksatlı olarak hareket ediyorlar.

 

İlmi bir derinlik ve uyanıklıkla konuyu inceleyen kimse, büyük tabiilerin dışında kalanların mürsel hadisleri karşısında, onlardaki birtakım açık ipuçlarına bakarak şaşırıp kalır.

Bana biri şöyle dedi: Niçin Resulullah (s.a.v)'in sahabilerini gören eski tabiilerle sahabilerden bazılarıyla karşılaşan tabiilerin arasında ayrım yaptın?

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Çünkü sahabilerin çoğunu görmemiş olan tabiiler, daha çok yanılıyorlar.

Dedi ki: Niçin onların ve onlardan sonraki fakihlerin mürsel hadislerini kabul etmiyorsun?

Dedim ki: Anlattığım gerekçeler dolayısıyla.

Tekrar sordu: Güvenilir kimselerce Hz. Peygamber (s.a.v)'den rivayet edilen ve hiçbir fakih tarafından kabul edilmeyen bir mürsel hadis biliyor musun?

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Evet, dedim: Bize Süfyan, Muhammed b. el-Munkedir'den şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v)'e birisi gelip 'Ya Resulullah, benim malım ve aile fertlerim var. Babamın da malı ve aile fertleri var. Babam, benim malımdan alıp kendi ailesine harcamak istiyor.' dedi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Sen ve malın, babana aitsiniz. '' Tahric: İbn Mace, Ticaret 2/769 no: 2291.

 

Dedi ki: Biz bu hadisi kabul etmiyoruz; fakat senin arkadaşların arasında bunu kabul edenler var mıdır?

"Hayır." dedim. Çünkü bu hadisi kabul eden kimse, zengin olan bir babanın, oğlunun malından almasını doğru bulmaktadır.

O şöyle dedi: Evet, kimse bu hadisi kabul etmiyor. Niçin ona karşı çıkıyorlar?

Dedim ki: Çünkü hadisin Hz. Peygamber (s.a.v)'den intikali sabit değildir. Öte yandan Allah, babayı oğluna mirasçı kılmıştır. Onunla öteki mirasçılar arasında bir fark yoktur. Ancak baba, birçok mirasçıya nisbetle daha az payalmaktadır. Bu da gösteriyor ki malın sahibi, başkası değil, oğludur.

O şöyle dedi: Muhammed b. el-Münkedir size göre son derece güvenilir birisi değil miydi?

"Evet" dedim. O, dinde takva ve fazilet yönüyle öyledir; fakat biz, onun bu hadisi kimden kabul ettiğini bilmiyoruz. Sana, iki adil şahid, iki kişi hakkında tanıklık ederse, o iki kişi veya onların dışındakiler, bu şahitlerin adaletli olduklarını söylemedikçe onların tanıklıklarının kabul edilmez olduğunu anlatmıştım.

"Böyle bir hadisi zikredebilir misin?" dedi.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: "Evet" dedim. Bize güvenilir raviler, İbn Ebi Zi'b ve İbn Şihab yoluyla şöyle nakletti: Resulullah (s.a.v) namazda gülen kişiye abdestini ve namazını iade etmesini emretti. Biz bunu kabul etmedik; çünkü hadis mürseldir. Tahric: Sünen, Derakutni, Taharet 1/166.

 

Sonra bize güvenilir raviler, Mamer' den, İbn Şihab 'tan, Süleyman b. Erkam ve Hasan el-Basri yoluyla da bu hadisi rivayet etmişlerdir. Tahric: Sünen, Derakutni, Ta ha ret 1/166.

 

İbn Şihab, bizim yanımızda hadiste, sahih ve mevzu hadisleri ayırt etmede ve güvenilir raviler arasında önde gelir. Rivayet ederken Hz. Peygamber (s.a.v)'in bazı sahabilerini, sonra seçkin tabiileri ismen belirtir. Aldığı hadisin kaynağını İbn Şihab'dan daha iyi ve daha çok belirten birini tanımıyoruz.

 

Şöyle sordu: O halde nasıloluyor da Süleyman b. Erkam'dan hadis rivayet ediyor?

Dedim ki: Onu iyi bilen bir kimse ve akıllı biri olarak görmüş ve rivayetini kabul ederek ona karşı hüsn-i zanda bulunmuş ve bu itibarla ismini söylemek istememiştir. O, ya yaşça ondan küçük olduğu için ya da başka bir sebeple böyle yapmıştır. Mamer, kendisine söz konusu hadisin kaynağını sorunca, bunu ona nisbet etmiştir. Anlattığım gibi, büyük bir şahsiyet olan İbn Şihab'ın Süleyman b. Erkam'dan hadis rivayet etmesi mümkün olursa bu konuda başkalarına hiç güven olmaz.

Dedi ki: Hz. Peygamber (s.a.v)'in sened yönünden sabit olan ama tüm insanların ona muhalif olduğu bir sünnetini biliyor musun?

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: "Hayır" dedim. Ancak böyle bir sünnet konusunda insanların ihtilafa düştüklerini biliyorum. Kimisi o hadisi kabul ediyor, kimisi o hadisin aksini savunuyor; fakat onların tamamıyla -mürsel hadiste olduğu gibi- böyle bir hadisin aksini savunmak üzere birleştikleri hiç hasıl olmamıştır.

 

İmam Şafii şöyle dedi: Ona ayrıca şöyle dedim: Sen, mürsel hadisi reddetme konusunda delil istiyorsun ve kendin de onu reddetmektesin. Sonra da bize göre kabul edilmesi gereken müsned (Peygamber (s.a.v)'e ulaşan) hadisi reddetmeye kalkıyorsun!!

 

 

Sonraki için tıkla:

 

İCMA’